3 Şubat 2011 Perşembe

Hayat Hanım ile Kaim Bey

Senai Demirci


bu hikayeyi beğenerek okumuştum, paylaşmak istedim... haftaya, hayat'ın kaim beye mektubu var.
Hayat Hanım İle Kaim Bey


"Şehir sonbaharı soyundu. Fasl-ı şita gelip dayandı şehrin kapısına". Pencereden dışarıyı seyreden Hayat’ın dudaklarından dökülüverdi hicran yüklenmiş tümceler.Şehirle birlikte Hayat da giyiniyordu kışı, kışın hicranını, soğuğunu, belirsizliğini hem de aczini ve yoksunluklarını. O’nun üzerine de yağıyordu karlar. Üşüyordu. Üzülüyordu. Üzüldükçe üşümesi artıyordu. Üşüyen ruhuydu, bedeni değildi. Hem bedensel üşüme ateş yaksan geçerdi, ruh nasıl ısıtılırdı ki?
       Hayat Hanım, hayat doluyken hep neden solmuştu gül gül açan yüzü? Şen kahkalarını ağırlarken alem, gülmek şöyle dursun gülümseyemiyordu bile. Böyle zamanlarda hayatı gözünün önünden geçiverirdi,istemsiz... Daha dün gibiydi Kaim Bey’le karşılaşmaları. İki derenin birleşmesi gibi birleşivermişti hayatları. Derelerin nasıl elinde değildiyse bu vuslat,her şeye inat visale ermişti Hayat ile Kaim.Beraber akmışlardı hayatın içinden.Yokuşlar da vardı, inişler de ,düzler de.Hayatlarına girenler de.Aynen çayların derelere ,derelerin ırmaklara katışıp beraberce denize akmaları gibi, hayatlarına girenlerle akıp duruyorlardı sonsuza doğru...Nasıl seçemiyorsa derelerdeki sular üzerinden akacağı taşları, yerleri, Hayat da seçemiyordu başına gelecekleri. Taş olup önlerine yığılmış musibetleri aşmışlardı beraberce. Üzüldükleri de olmuştu, mutlu oldukları da. Ne olursa olsun hep yanyanaydılar. Kaim Bey şefkatli bir adamdı, hem de dağ gibiydi Hayat için. Sırtını yasladığı, zor zamanlarında hep yanında olan.O olduğunda hep güvende hissederdi Hayat. O Kaim Bey’di. Ne olursa olsun, başlarına ne gelirse gelsin, metanetini yitirmeyen yiğit adamdı. Hayat’la Kaim çok severlerdi birbirlerini.Hayat,”hayatım seninle kaim” diye seslenirdi. Fazla mı güvenip dayanıyordu Kaim’e? Kaim ki fani olan bütün yaratılmışlar gibi hem de aciz. Bir insan hayatı daim ve de kaim kılabilir miydi? Elbette yapamazdı . Hayatı kim vermişse devam ettiren de O’ydu.Bir insanın kalbini ancak Rabbi bilirdi.İnsan ancak Rabbisine dayanırsa ,güvenirse mutlu olurdu şu fani dünyada.Bütün bunları düşününce kendine kızar tövbe ederdi.Ama insan bu; nisyanla malûldü. Hemen unutuverir tövbesini, yine yaslanıverirdi Kaim’e.
         Kaim hiç üzmez miydi Hayat’ı?Çook...Ama Hayat hemen affediverirdi .Bütün latifeleriyle yine dönerdi Kaim’ine. Hayat bu inişli çıkışlıydı işte..”Hayat imtihanla geçiyor” bir şarkının sözlerinde rastlamıştı,kendi imtihanlarını düşündürtmüştü şarkı Hayat’a.Nicesiyle sınanmıştı. Kaim’le de. Sanki sınavların en zoruydu bu. Ki zaten bir sınav değil miydi insan için eşler, çocuklar ve dahi mallar,Yüce Kelam’da bildirilen.
          Hayat hastaydı.Hastalıkla imtihanı ağırdı.Ama O’nu üzen hasta oluşundan ziyade Kaim Bey’in halleriydi.Hastalık dünyalarına gireli beri,O sevdiği,dayandığı adam gitmiş,yerine kendisiyle ilgilenmeyen,mümkünse Hayat’la karşılaşmak istemiyor gibi duran bir adam gelmişti.Konuşamıyorlardı eskisi gibi. Hayat yalnızdı evde,hastanede.Akşamları sofrada çocuklarıyla mahzun kalıyorlardı.Çocuklar da nasibini almıştı bu sınanmadan.Neler oluyordu?Başkalarından duymuştu:Aileden biri hasta olunca,yakınları bir yabancılaşma yaşıyor,ziyaret bile edemiyorlardı.Donuyordu sanki yürekleri,hastaya birşey diyemez oluyordu dilleri.Böyle birşey başına gelmez zannederken yaşamaya başlamıştı bile.Kaim Bey Hayat’ın hasta olduğunu duyunca çok üzülmüş ve ne yapacağını bilemez olmuştu.Bu durum uzaklaşmasına sebep olmuş,Hayat’ı da üzmüştü.Hayat’ı kaybetmekten ölesiye korkuyor ama birşey de gelmiyordu elinden.Tıpkı anacığının kaybında olduğu gibi.”Çocuklukta alınan yaralar mevsimler gibi kendilerini tekrar ederler”.Bir dergide okumuştu bu sözü.Doğruydu,Kaim’in yaraları da depreşmişti yeniden.Hayat’ın da annesi gibi gideceği fikri tersyüz ediyordu Kaim’i. Bütün bu yaşananlar bomba olup patlamıştı da savuruvermişti onları. Fitne,sınanma buydu işte.nasıl çıkacaklardı işin içinden? Nasıl toparlanacaklardı yeniden? Hayat’a hep doğruyu tarif eden Kaim sürükleniyorken yanlışa doğru,Hayat bir karar verdi: Çekip alacaktı Kaim’i düştüğü kuyudan. Nasıl yapacaksa yapacaktı bunu. Konuştu dili döndüğünce, gitmesin yürüdüğü yanlışta diye. Her gün, bir araya geldikleri her defasında. Fakat Kaim dinlemiyordu. Olsun; yine de vazgeçmeyecekti. Kurtaracaktı Kaim’ini. Kaim dinlemedikçe, üzüldü. Üzüldükçe, kızgınlığı arttı. Kızgınlık arttıkça, aralarındaki ilişki iyice bozuldu. Artık Hayat, “hayatım seninle kaim” diyemiyordu. Derenin ortasındaki taşın büyüklüğü nisbetinde dere iki kola ayrılıp taşı geçer ya. Hayat ile Kaim de öyleydi şimdi. Çözülüvermişti elleri. Bu fitneyle sanki ikiye ayrılmıştı hayatlari, hayatta akışları. Hayat imtihanını düşünürken, bir şeyi farketti: Kaim bey kendisi karar vermedikçe yanlışıyla yüzleşemeyecekti. Peki Hayat ne yapıyordu? Tutup yakasından Kaim’i oradan çıkarmaya çalışıyordu. Niye? Memnun değildi yaşananlardan. İstiyordu ki, hayat çizgileri kendi arzuları doğrultusunda gitsin. Hayat ve Kaim üzülmesin. Pürüzler yaşanmasın. Birden anladı ki, kendini Kaim’in tanrısı gibi görüyordu. Evirip çeviren. Bir zamanlar Kaim’e verdiği rolü kendisi icra ediyordu Kaim’in üzerinde. “Estağfirullah” dedi. “Ne yapıyorum ben? Nasıl bir yanlışa sürüklemiş nefsim beni? Nasıl dönebilirim bu yanlıştan? Rabbim döndür beni bu yoldan. Sana döneyim, kendimi düzelteyim. Nefsimin firavunlaşmasından kurtar beni!” diyerek huzura durdu Hayat. Kaim’i kurtarayım derken, kendi haliyle yüzleşmemişti. Kaim’in ilgisizliğinden şikayet ederken, şefkatini beklerken, şefkati Kaim’den bildiğinin farkına varamamıştı. Değildi işte! Kaim şefkat ediyor olsaydı, yaşanır mıydı bunlar? “Elhamdülillah” dedi. Asıl şefkat edeni, hayatı vereni, ve hayatı devam ettireni bulmuştu. Kaim bey ismi gibi kaim değildi. Kendinin bile sahibi değildi. Nihayet anlamıştı Hayat. İmtihan devam ediyordu. Hayat’ın farkındalığının artmasıyla kolay eylenmişti imtihanı kendisine. Kaim de artık dönmeye başlamıştı yanlışından. Hayat memnundu hayatından.
        Derken, hastalığının son safhasına geldiğini öğrendi. Ne kadar ömrü kalmıştı bilmiyordu. Ama şunu farketmişti ki, yaşadığı son şeylerle temizleniyordu Hayat. Zorluklarla, sınanmalarla sanki manen tertemiz kılınıyordu. Kışa gelmişti Hayat’ın ömrü. Pencereden bakıyordu. Ağaçları gördü. Ağaçlar da yapraklarını dökmüşlerdi. Tıpkı saçları kirpikleri dökülen Hayat gibi. Pencerenin önündeki incir ağacına benzetti halini. Yapraksız, çıplak, soğukta üşüyen. Aklına o türkü takıldı incir ağacını görünce: “Hastane önünde incir ağacı Doktor bulmadı bana ilacı....” Devam edemedi. Gözyaşları inci gibi dökülüverdi. Boğazı kurudu birden. Dudaklarından sessiz duaları döküldü: “Rabbim, nasıl kıştan sonra baharı verirsin. Benim de kışımı bahara döndür. Üşümemi Sana dönmeme, Senin rahmetinden ümit etme sıcaklığına çevir. İçim ısınsın ümidinle. Dünyam aydınlansın rahmetinle. Ben Senin rahmetinin ve katından göndereceğin hayrın fakiriyim. Üşümem o yüzden. Fakirliğime zenginliğe çevir. Musibetimi rahmete kalb et. Sen ki kalpleri evirip çevirirsin. Kalbimi Sana çevir. Kalbimi ve aklımı nurunla ihya eyle, tenvir et, irşad et, hidayet et. Senden başka sığınacak, sığınıp ısınacak kimsesi olmayan kuluna merhamet et.” Kaim bey girdi odaya. Farketmemişti Hayat Kaim’in girdiğini. Geldi. Karısının belinden sarılıverdi. Beraber seyrettiler kışı ve şehri. Sanki içinden geçenleri okuyordu Kaim. Sessiz dualarına “amin” diyordu. İçinden geçenleri okudukça da daha sıkı sarılıyordu Hayat’a. Gün akşamlıdır, hemen akşama devriliverir koca gün. Hayatın da akşamı geliverdi. Onca ömür, yaşanmışlıklar bitiverdi. Acıları da, sevinçleri de, imtihanları da. Kaim bey Hayat hanımı ölüm kardeşinin kucağına verdi büyük bir teslimiyetle. Ta ki Hayat hanım gözlerini sonsuzluk aleminde açabilsin, yoluna devam edebilsin diye. Evet, hayat ve ölüm kardeştir derken yüce peygamber (asm) Kaim bey de Hayat’ını ölüm kardeşine teslim etmişti. Kaim nasıl devam edecekti hayata, Hayat olmadan...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder