22 Şubat 2011 Salı

..........Amak-ı Hayal............: Başak burcu olmak ya da olamamak

bloglar arasında kaybolmuştum ki sevgili amak-ı hayalin, başak burcunu tanıtan yazısını gördüm, sevgili özlemçok güzel anlatmışsın, ben kendimi buldum bu yazıda, burada senden izin alarak bu yazıyı paylaşmak istiyorum:    ..........Amak-ı Hayal............: Başak burcu olmak ya da olamamak




Burçlara inanıyorum MARİFETNAME de geçiyormuş dedikleri günden beri…Burçlar tuhaf. Ama dibine kadar bir inanç içinde olduğumu söyleyemem. O programlarda çıkan efendim sabah doğduysan ömrün böyle geçer, şu saat şu sansı, bereketi getirir. Ne o öyle yaa. Çalışanın elinden rızkını kim almış? Sabah dağıtılır rızk denen şey ve de berekette keza. Erken kalkmak mühimdir derler bu konuda. Buna daha çok inanıyorum da her neyse konu bu değil. Konu başak burcu olmak.
Lanet bir burç her şeyden önce...Detay detay detay! İyi bir işçilik sergiler hep başak. Detayda boğulmaktan geneli hesaplamakta zorlanır bazen. Sen ona bir tablo göster o gider bir darbeye takılır kalır. İçe dönüktür bu detaycılıkta boğuşur boğuşur kendiyle sonra ringe çıkar. Hesabı kitabı tutturur ilişkilerde. Lafı her zaman bekletir bekletir zamanı gelince yerine oturtur. Yorucudur başak ama kendini yorar daha çok. Düzeni sever ama dakik iş sevmez. İyi bir dinleyicidir Allah için kimse hakkını yemesin. Şişer patlar ama yinede dinler. Vericidir gözünü sevdiğimin başakları. Ne varsa sanki az bencil olsa. Bilgiyi paylaşmayı sever hatta abarttığı için ukala görünür çoğu zaman. Bir ilişkiye başladı mı yaptığı en mantıklı ama aynı zamanda en saçma şey; sonunu en baştan hesaplıyor olmasıdır.Sonunu göremediği işlere atlamaz sazan gibi. Riski bu hususta hiç ama hiç sevmez. İyi bir şey mi bu? Belki, zaman zaman… Ama iyi olmayan bir yönü var ki hayatına atraksiyon pek giremez. Risksiz yaşamak, belaya bulaşmamak gibi hesapları başağı rahat kılsa da sıkıcıdır böyle olmakta pek istemez. Etrafını düşünmekten kendini düşünemeyen başaklar genelde mutsuzdur. Mutsuzluğu bir sanat gibi işler kendine, lehimler kimliğine. Yarım işten nefret eder, yarım yamalak ilişkilerden de…

Hoşgörü abidesi başak kendine acımasızdır. Barışıktır kendiyle ama rahat olması lazım. Kasarsanız sinsileşir.Tırnaklarını saklar son darbeyi tokat gibi atar suratına ama işte seviyim onun aklını. Böyle durumlarda bile zarar hesaplaması yapar, malum risk olmamalı… Bu yüzdendir belki de o çok hak ettiği zararı veremez karşıdakine.En mükemmel sazanlığı sevdiklerini haksızlık karşısında, ön plana çıkacak kadar çok savunmasıdır. Sadeliğin içinde bir canlılık vardır ama kabuğunun altında. Gelmezsen göremezsin ve görmeni istediği hiçbir şey için sana durduk yere adım atan bir insan istese
de olamaz.Sevecendir başak ama dışardan değil, içerden…

Br başakla sabaha kadar konuşabilirsin. Detaylardan aldığı ilhamı yansıtır rahat bulduğu ortamlarda.
Simetri gibi bir mekân hastalığı vardır. Basık yerlerde duramaz. Ferah ve tanımsız bir rahatlık arar girdiği mekânlarda. Bulamazsa kaçar. Üstüne agresiflik çöker, Mekân sarmazsa onunla hiçbir şey kolay olmaz. Anlayışlı insanları sömürmek gibi bir huyu yoktur. Yapılan iyiliği ve fedakârlığı asla ama asla unutmaz.

Başak kendi halindedir. İlham edinir her duyguyu kendine. Duygusal yaşar her daim. Ruhsuz derler ona ama hikâye. O kesinlikle çok ama çok duygusaldır. Sulu gözdür. Şefkat, merhamet duygusunun baskınlığı hep ağlatır.

Cinstir. Olmadık yer de huysuzlanır bazen, çabuk sıkılır. Dediği dediğini tutmayan gelgitleri de vardır. İçsel hesaplaşmalardan yoksun insanlardan haz etmez. Emeğe çok önem verir. Emek verdiği hiçbir şeyi kolay harcamaz. Yarı yolda asla bırakmaz. Alışkındır zorlu şartlara. Yeter ki beraberlik bir birliktelik oluşsun.Kelimelere takılır…

aşı takvimi

 BEBEKLERİN AŞI TAKVİMİ

-Doğumda : Hepatit B,
- 1. ay aşısı : Hepatit B
- 2. ay aşısı : Karma(DBT-Çocuk felci) + Verem,Rotavirüs (1.) ve Pnömokok-1,
- 3. ay aşısı : Karma (DBT-Çocuk felci), Rotavirüs(2.) ve Pnömokok (2.)
- 4. ay aşısı : Karma (DBT-Çocuk felci), Pnömokok(3.),
- 6. ay aşısı : Hepatit B, - 12. ay aşısı : Kızamık, kızamıkçık, kabakulak,
- 12 14 ay aşısı : Suçiçeği,
- 12-15 ay aşısı : Pnömokok (4), - 18. ay aşısı : Karma (DBT-Çocuk felci),
- 24. ay aşısı : Hepatit A,
l 30. ay aşısı : Hepatit A,
- 4-6 yaş arası aşısı : Kızamık, kızamıkçık, kabakulak,
- 4-6 yaş arası aşısı : DBT-çocuk felci,
- 4-6 yaş arası aşısı : Suçiçeği

16 Şubat 2011 Çarşamba

Anne adaylarına ve annelere ücretsiz kitap

Anne adaylarına ve annelere ücretsiz kitap

anne kaz'ın blogunda gezerken keşfettim ilgileniyorsanız tık tık:






Daha önce Boyut Yayınevi Anaokulu dergisi tanıtımı için çocuğunuzun yeteneğini keşfedin kitabını ücretsiz olarak dileyene göndermişti şimdi ise yeni bir hediye ve tanıtım kampanyası ile yine gündemde.

ben bedişim için önceki kampanyaya başvurmuştum ve çok memnun kalmıştık, ve buna bağlı olarak 300 milyonluk anaokulu eğitim setini aldık ve iyi ki almışız hala fikrimi değiştirmedim,şimdiki kitabı kendim için istiyorum, eminim bu kitaplardan da memnun kalacağız. tek kitap seçilebiliyor, ben diğerini de eşim adına istedim, 2 kargo parası ödeyeceğiz ama buna değer, acele edin sizde...



Kitaplardan birisi kapınıza geldiğinde kargo bedeli olan 4,90 TL size ait.
Editörlüğünü Prof. Dr. Sabiha Paktuna'nın yaptığı iki kitaptan birisi sizin olabilir. İlk kitap Annelik akademisi Hamileyim, ikincisi ise Annelik Akademisi Bebeğim. Özellikle hamileyken bilgilendirici profesyonel elleri tarafından hazırlanmış kitap okumanın müthiş faydası var. Bu açıdan özellikle tavsiye edebilirim.

14 Şubat 2011 Pazartesi

Hayat' ın Kaim Bey' e mektubu

SON MEKTUP

hayat hanım ve kaim bey hikayemizde arkası  haftaya demiştim, ama bir hafta 2 hafta sonrası oldu, ama sonunuda yazımı yayınlayabildim, senai demirci' nin sitesinde daha birçok güzel makale var, buraya tıklayabilirsiniz.Senai Demirci

hepimizin kandili mübarek olsun...




              Kaim Bey Hayat Hanım‘ı Rahmet-i Rahman‘a yolcu etmişti etmesine...Ama Hayat olmadan nasıl yaşayacaktı, bunu kestiremiyordu.İlk günler taziyeleri kabul etmekle geçti.Dostları , arkadaşları,akrabaları yalnız bırakmadılar.Evleri hiç olmadığı kadar kalabalıklaşmıştı, eksiği Hayat‘tı.Çocuklar da şaşkındılar. Fakat en şaşkın Kaim‘di.Taziye için gelenler çekilince, Kaim gece de içine çekiliyordu. Ne zormuş eşini kaybetmek...Yaşarken farketmediği buydu.Sanki diğer yarısını koymuştu toprağa.Kalan yarısı da oraya doğru çekiliyordu.Yatağında yatamadı Kaim.Sanki Hayat‘ın boşluğu büyük, kör bir kuyuydu,onu yutacakmış gibi duruyordu.Denedi bir kaç kez.Hayat‘ın yattığı tarafa yastıkları yığdı,varmış gibi ,yanındaymış gibi hissetmek için.Olmadı. Yastık hiç Hayat gibi hissettirir miydi? Salonu ve o rahatsız kanapeyi kendine yatak ve sığınak edindi Kaim. Yakınları fısıldamaya başladılar Kaim'e, 7.gün dolmadan Hayat'ın eşyalarını çıkartalım diye. Kaim direniyordu. Nasıl çıkaracaktı Hayat'ının eşyalarını. Zaten Hayat yoktu. Bir de kalan hatıralarını, eşyalarını çıkartıp ikinci kez mi öldürecekti Hayat'ı. Ne zor şeydi Ya Rabbi... Bunun sünnet olduğunu bilmese, bağırıp çağıracaktı. Hayat'ın can yoldaşı evin çalışanı Asude'yi çağırdı yanına. "Eşyaları hazırlayın, ihtiyacı olanlara verelim" dedi içi kan ağlayarak.
                         Asude, ne zamandır sakladığı, Hayat Hanım'ın mektubunu uzattı Kaim Bey'e. Hanımının tembihlediği gibi, ölümünden bir hafta sonra vermiş oldu. Bu nedir? diye şaşkınlıkla baktı Asude'ye Kaim. "Hayat Hanım son günlerinde yazmıştı sizin için. Bana verdi ki, size ulaştırayım diye. Kaç gündür yaktı sinemi bu mektup. Alın emanetinizi" dedi Asude gözyaşlarıyla. Kaim, elleri titreyerek açtı mektubu. Hayat, gül desenli kağıtları çok severdi. Yine bir gül desenli ama sarı bir kağıda yazmıştı, sarı ayrılık demekti. Ayrılığını anlatmıştı ilk başta. Tedirgin bakışlar gezdirdi Kaim sarı güllü sarı kağıda. Sevgilim, Kaim'im, Vakit tamam olmak üzere. Gidiyorum. Çok zor olan bir gitmek bu, dönüşü olmayan. İsterdim ki bu mektub sadece sana muhabbetimi anlatan bir mektup olsun. Ama değil..
          Bu son mektubum sana, son seslenişim, son yazışım. Kaim, çocuklarım sana emanet, Rablerinden sonra. Seni de sana emanet ediyorum. Artık, sizi birarada tutacak olan Rabbiniz ve sizsiniz. Sana zor geleceğini bildiğim için, Asude ile ayarladık biz, hangi eşyanın nereye verileceğini. Kızıma, oğullarıma söyle almak istedikleri varsa benden yana hatıra kalmasını istedikleri, alsınlar. Gerisini ver canım. Sakın tereddüt etme. Benden geriye kalanlarla kendine bir yas evi yapma, acının etrafında dolanıp durma olur mu? Hatırlar mısın, sana bir şey anlatmıştım. Sanki Yusuf'un (as) kuyusundaydım. Çıkmıştım fakat kuyunun başında dönüp duruyordum. Ayağımda bağlı bir ip ve ipin ucunda bir taş, kuyuda. Çıkmasına çıkmıştım ama kuyunun başından ayrılamıyordum. İpi kesmeliydim ayrılabilmek için. Şimdi sen de böyle hissediyorsun sanırım. Beni kaybetmenin kuyusunun etrafında dönüp duruyorsun. Kuyu seni de çekiyor kendine. N'olur canım, kes ipi! Bırak yüreğinin üzerine oturttuğun taşı. Yoksa o taşla birlikte sen de düşeceksin. Benim sınavım bitti. Sizinki devam ediyor. Klasik laftır ama ben de söyleyeceğim. "Hayat devam ediyor." Kaim, daha ölmeden ölmüş gibi yazmak çok ağır. Devam etmekte zorlanıyorum. Bunları yazarken, gözyaşlarım sel oldu. Kaim'im, adımın hayat olması çok şaşırtırdı her zaman beni. Senin adının da Kaim olması. Sanki Hayat ve Kaim özellikle bir araya gelmiş gibiydi. Bize anlattığı çok şey vardı bu tevafukun. Kaim'im, Hayat ölümle yoluna devam ediyor. Ölüm kapısından girip sonsuzluk aleminde artık ölümün, yokluğun, mutsuzluk ve yalnızlığın olmadığı o alemde hayat bularak devam ediyor. Bu dünyadan en çok anladığım şu ki, bu dünya insanın bütün duygularına karşılık gelecek yer değil. Hep bir tarafımız eksik kalıyor. Mutluluklarımız hep gülüşümüzde donuyor. Her mutlu an, onun geçebileceği düşüncesiyle mutlu olamıyor, mutlanamıyor, devam edemiyor, yüzü ekşiyor. İnsan bu fenayı gördükçe hayat yükü daha da ağırlaşıyor. Hem bu kadar duygun olacak ama bu hayat ve dünya yetmeyecek. Bunun bir anlamı olmalı demiştim bir gün. Bunun bir anlamı olmalı. Bu kadar güzellikler bu kadar çabuk geçip gölgelenmek için değildir dediğimde, anlamlar açılmaya başlamıştı dünyamda. Kaim'im dünya geçiyor, ömür geçiyor. İnsan ancak hayatın sahibine dönerse, bu geçicilikte baki meyveler yetiştirebilir. Bak bana, adım Hayat ama hayatımı elimde tutamıyorum. Gün be gün eriyorum ve son anımda son nefesimi verip geçip gideceğim şu dünyadan. Bir varmış bir yokmuş olacağım. Ama hayatı veren hayatı baki kılacak benim için. Baki bir mutluluk! Ne güzel, değil mi? Göz yaş döker, kalp hüzünlenir ama dil isyan etmez. Hatırladın mı bu hadisi? Resulullah (asm) oğlu İbrahim'i toprağa teslim ederken, sorulan sorular üzerine böyle söylemişti. Kalbin hüzünlenecek, gözün yaş dökecek. Ama dilin isyan etmesin. Ben artık rahmete yürümüş olacağım. Artık ölmeyeceğim. Acılarım bitecek, seni ve sevdiğim herkesi bekleyeceğim. Sadece aramızdaki bahçe büyümüş olacak. Sevdiceğim, hoşça bak zatına. Hoşça bak çocuklarımıza. Unutma ki, insan kainatın gözbebeğidir. Seni, seni bana Sevdiren'e, bizi bu dünyada birbirimizle beraber Yaratan'a emanet ediyorum. Seni seviyor ve bekliyorum. Sevgimle ve dualarımla.. Hayat'ın.
               Mektubun sonunda Kaim ne yapacağını bilmez haldeydi. "Ah, Hayat!" dedi. Yakmıştı bu inleyiş. Yakmıştı sinesini.

3 Şubat 2011 Perşembe

Hayat Hanım ile Kaim Bey

Senai Demirci


bu hikayeyi beğenerek okumuştum, paylaşmak istedim... haftaya, hayat'ın kaim beye mektubu var.
Hayat Hanım İle Kaim Bey


"Şehir sonbaharı soyundu. Fasl-ı şita gelip dayandı şehrin kapısına". Pencereden dışarıyı seyreden Hayat’ın dudaklarından dökülüverdi hicran yüklenmiş tümceler.Şehirle birlikte Hayat da giyiniyordu kışı, kışın hicranını, soğuğunu, belirsizliğini hem de aczini ve yoksunluklarını. O’nun üzerine de yağıyordu karlar. Üşüyordu. Üzülüyordu. Üzüldükçe üşümesi artıyordu. Üşüyen ruhuydu, bedeni değildi. Hem bedensel üşüme ateş yaksan geçerdi, ruh nasıl ısıtılırdı ki?
       Hayat Hanım, hayat doluyken hep neden solmuştu gül gül açan yüzü? Şen kahkalarını ağırlarken alem, gülmek şöyle dursun gülümseyemiyordu bile. Böyle zamanlarda hayatı gözünün önünden geçiverirdi,istemsiz... Daha dün gibiydi Kaim Bey’le karşılaşmaları. İki derenin birleşmesi gibi birleşivermişti hayatları. Derelerin nasıl elinde değildiyse bu vuslat,her şeye inat visale ermişti Hayat ile Kaim.Beraber akmışlardı hayatın içinden.Yokuşlar da vardı, inişler de ,düzler de.Hayatlarına girenler de.Aynen çayların derelere ,derelerin ırmaklara katışıp beraberce denize akmaları gibi, hayatlarına girenlerle akıp duruyorlardı sonsuza doğru...Nasıl seçemiyorsa derelerdeki sular üzerinden akacağı taşları, yerleri, Hayat da seçemiyordu başına gelecekleri. Taş olup önlerine yığılmış musibetleri aşmışlardı beraberce. Üzüldükleri de olmuştu, mutlu oldukları da. Ne olursa olsun hep yanyanaydılar. Kaim Bey şefkatli bir adamdı, hem de dağ gibiydi Hayat için. Sırtını yasladığı, zor zamanlarında hep yanında olan.O olduğunda hep güvende hissederdi Hayat. O Kaim Bey’di. Ne olursa olsun, başlarına ne gelirse gelsin, metanetini yitirmeyen yiğit adamdı. Hayat’la Kaim çok severlerdi birbirlerini.Hayat,”hayatım seninle kaim” diye seslenirdi. Fazla mı güvenip dayanıyordu Kaim’e? Kaim ki fani olan bütün yaratılmışlar gibi hem de aciz. Bir insan hayatı daim ve de kaim kılabilir miydi? Elbette yapamazdı . Hayatı kim vermişse devam ettiren de O’ydu.Bir insanın kalbini ancak Rabbi bilirdi.İnsan ancak Rabbisine dayanırsa ,güvenirse mutlu olurdu şu fani dünyada.Bütün bunları düşününce kendine kızar tövbe ederdi.Ama insan bu; nisyanla malûldü. Hemen unutuverir tövbesini, yine yaslanıverirdi Kaim’e.
         Kaim hiç üzmez miydi Hayat’ı?Çook...Ama Hayat hemen affediverirdi .Bütün latifeleriyle yine dönerdi Kaim’ine. Hayat bu inişli çıkışlıydı işte..”Hayat imtihanla geçiyor” bir şarkının sözlerinde rastlamıştı,kendi imtihanlarını düşündürtmüştü şarkı Hayat’a.Nicesiyle sınanmıştı. Kaim’le de. Sanki sınavların en zoruydu bu. Ki zaten bir sınav değil miydi insan için eşler, çocuklar ve dahi mallar,Yüce Kelam’da bildirilen.
          Hayat hastaydı.Hastalıkla imtihanı ağırdı.Ama O’nu üzen hasta oluşundan ziyade Kaim Bey’in halleriydi.Hastalık dünyalarına gireli beri,O sevdiği,dayandığı adam gitmiş,yerine kendisiyle ilgilenmeyen,mümkünse Hayat’la karşılaşmak istemiyor gibi duran bir adam gelmişti.Konuşamıyorlardı eskisi gibi. Hayat yalnızdı evde,hastanede.Akşamları sofrada çocuklarıyla mahzun kalıyorlardı.Çocuklar da nasibini almıştı bu sınanmadan.Neler oluyordu?Başkalarından duymuştu:Aileden biri hasta olunca,yakınları bir yabancılaşma yaşıyor,ziyaret bile edemiyorlardı.Donuyordu sanki yürekleri,hastaya birşey diyemez oluyordu dilleri.Böyle birşey başına gelmez zannederken yaşamaya başlamıştı bile.Kaim Bey Hayat’ın hasta olduğunu duyunca çok üzülmüş ve ne yapacağını bilemez olmuştu.Bu durum uzaklaşmasına sebep olmuş,Hayat’ı da üzmüştü.Hayat’ı kaybetmekten ölesiye korkuyor ama birşey de gelmiyordu elinden.Tıpkı anacığının kaybında olduğu gibi.”Çocuklukta alınan yaralar mevsimler gibi kendilerini tekrar ederler”.Bir dergide okumuştu bu sözü.Doğruydu,Kaim’in yaraları da depreşmişti yeniden.Hayat’ın da annesi gibi gideceği fikri tersyüz ediyordu Kaim’i. Bütün bu yaşananlar bomba olup patlamıştı da savuruvermişti onları. Fitne,sınanma buydu işte.nasıl çıkacaklardı işin içinden? Nasıl toparlanacaklardı yeniden? Hayat’a hep doğruyu tarif eden Kaim sürükleniyorken yanlışa doğru,Hayat bir karar verdi: Çekip alacaktı Kaim’i düştüğü kuyudan. Nasıl yapacaksa yapacaktı bunu. Konuştu dili döndüğünce, gitmesin yürüdüğü yanlışta diye. Her gün, bir araya geldikleri her defasında. Fakat Kaim dinlemiyordu. Olsun; yine de vazgeçmeyecekti. Kurtaracaktı Kaim’ini. Kaim dinlemedikçe, üzüldü. Üzüldükçe, kızgınlığı arttı. Kızgınlık arttıkça, aralarındaki ilişki iyice bozuldu. Artık Hayat, “hayatım seninle kaim” diyemiyordu. Derenin ortasındaki taşın büyüklüğü nisbetinde dere iki kola ayrılıp taşı geçer ya. Hayat ile Kaim de öyleydi şimdi. Çözülüvermişti elleri. Bu fitneyle sanki ikiye ayrılmıştı hayatlari, hayatta akışları. Hayat imtihanını düşünürken, bir şeyi farketti: Kaim bey kendisi karar vermedikçe yanlışıyla yüzleşemeyecekti. Peki Hayat ne yapıyordu? Tutup yakasından Kaim’i oradan çıkarmaya çalışıyordu. Niye? Memnun değildi yaşananlardan. İstiyordu ki, hayat çizgileri kendi arzuları doğrultusunda gitsin. Hayat ve Kaim üzülmesin. Pürüzler yaşanmasın. Birden anladı ki, kendini Kaim’in tanrısı gibi görüyordu. Evirip çeviren. Bir zamanlar Kaim’e verdiği rolü kendisi icra ediyordu Kaim’in üzerinde. “Estağfirullah” dedi. “Ne yapıyorum ben? Nasıl bir yanlışa sürüklemiş nefsim beni? Nasıl dönebilirim bu yanlıştan? Rabbim döndür beni bu yoldan. Sana döneyim, kendimi düzelteyim. Nefsimin firavunlaşmasından kurtar beni!” diyerek huzura durdu Hayat. Kaim’i kurtarayım derken, kendi haliyle yüzleşmemişti. Kaim’in ilgisizliğinden şikayet ederken, şefkatini beklerken, şefkati Kaim’den bildiğinin farkına varamamıştı. Değildi işte! Kaim şefkat ediyor olsaydı, yaşanır mıydı bunlar? “Elhamdülillah” dedi. Asıl şefkat edeni, hayatı vereni, ve hayatı devam ettireni bulmuştu. Kaim bey ismi gibi kaim değildi. Kendinin bile sahibi değildi. Nihayet anlamıştı Hayat. İmtihan devam ediyordu. Hayat’ın farkındalığının artmasıyla kolay eylenmişti imtihanı kendisine. Kaim de artık dönmeye başlamıştı yanlışından. Hayat memnundu hayatından.
        Derken, hastalığının son safhasına geldiğini öğrendi. Ne kadar ömrü kalmıştı bilmiyordu. Ama şunu farketmişti ki, yaşadığı son şeylerle temizleniyordu Hayat. Zorluklarla, sınanmalarla sanki manen tertemiz kılınıyordu. Kışa gelmişti Hayat’ın ömrü. Pencereden bakıyordu. Ağaçları gördü. Ağaçlar da yapraklarını dökmüşlerdi. Tıpkı saçları kirpikleri dökülen Hayat gibi. Pencerenin önündeki incir ağacına benzetti halini. Yapraksız, çıplak, soğukta üşüyen. Aklına o türkü takıldı incir ağacını görünce: “Hastane önünde incir ağacı Doktor bulmadı bana ilacı....” Devam edemedi. Gözyaşları inci gibi dökülüverdi. Boğazı kurudu birden. Dudaklarından sessiz duaları döküldü: “Rabbim, nasıl kıştan sonra baharı verirsin. Benim de kışımı bahara döndür. Üşümemi Sana dönmeme, Senin rahmetinden ümit etme sıcaklığına çevir. İçim ısınsın ümidinle. Dünyam aydınlansın rahmetinle. Ben Senin rahmetinin ve katından göndereceğin hayrın fakiriyim. Üşümem o yüzden. Fakirliğime zenginliğe çevir. Musibetimi rahmete kalb et. Sen ki kalpleri evirip çevirirsin. Kalbimi Sana çevir. Kalbimi ve aklımı nurunla ihya eyle, tenvir et, irşad et, hidayet et. Senden başka sığınacak, sığınıp ısınacak kimsesi olmayan kuluna merhamet et.” Kaim bey girdi odaya. Farketmemişti Hayat Kaim’in girdiğini. Geldi. Karısının belinden sarılıverdi. Beraber seyrettiler kışı ve şehri. Sanki içinden geçenleri okuyordu Kaim. Sessiz dualarına “amin” diyordu. İçinden geçenleri okudukça da daha sıkı sarılıyordu Hayat’a. Gün akşamlıdır, hemen akşama devriliverir koca gün. Hayatın da akşamı geliverdi. Onca ömür, yaşanmışlıklar bitiverdi. Acıları da, sevinçleri de, imtihanları da. Kaim bey Hayat hanımı ölüm kardeşinin kucağına verdi büyük bir teslimiyetle. Ta ki Hayat hanım gözlerini sonsuzluk aleminde açabilsin, yoluna devam edebilsin diye. Evet, hayat ve ölüm kardeştir derken yüce peygamber (asm) Kaim bey de Hayat’ını ölüm kardeşine teslim etmişti. Kaim nasıl devam edecekti hayata, Hayat olmadan...